Saturday, July 2, 2016

Patika.

Buraya mutlu bir anıdan bahsetmek, birilerine isyan etmek, sorunlarımın-sıkıntılarımın-çıkmazlarımın üzerine düşünmek ya da sadece yazmak rahatlattığı için yazmayı alışkanlık etmiştim. Birkaç ayda bir dolup taştığım için içimden geçenleri buraya kusar, o minicik, anlık, belki birkaç anlık rahatlamadan başka hiçbir şeyin en ufak bir yardımı dokunmadığından belki de inanılmaz bir tatmin duyar, ertesi gün hiçbir şey değişmemiş halde bir sonraki taşma noktasına kadar yaşamaya devam ederdim.  Bu alışkanlığımı kaybettiğimi fark ediyorum, burası yükleri boşaltma noktasının yanında aynı zamanda uzun zamanlı belleğimdi de. Bizi inanılmaz üzen, heyecanlandıran, mutlu eden, bir daha hiçbir şey aynı olamayacakmış gibi hissettiren şeyleri ne kadar kolay unuttuğumu fark ettiğimde, bunu yapıyor olmak beni rahatlatmıştı. Çünkü bütün mutlu olayların yanında en umutsuz anlarımızı, dibe vurduğumuzu düşündüğümüz, hayatımızı veya kendimizi anlamsız ve önemsiz hissettiğimiz anları da unutmak istemeyiz. Unutmak istediğimiz şeyler olduğunu düşünmek pişmanlığımıza sunulmuş bir mazerettir sadece.

Daha kapsamlı açıklamak gerekirse; hayatımın ve kişiliğimin dönüm noktası ve aynı zamanda daha fazla dibe vuramayacağımı düşündüğüm anlara dair unuttuğum ayrıntıların beni nasıl rahatsız ettiğini tahmin edemezsiniz. Dönüp, hayatımda bu kadar net tanımlayabildiğim en önemli olaylar zinciri ile ilgili düşünüp, hatırlayamadıklarımdan dolayı kendime kızdığım, ‘Bunu nasıl unutursun?’ diye, vicdanımı hatta insanlığımı sorguladığım zamanlarda fark etmeden geçmiş hakkında düşünmeye başladım. En ufak beğenilerimin, her gün düşünmeden yerine getirdiğim alışkanlıklarımın ya da mesela gözlüklü oğlanlardan daha fazla hoşlanma sebebimin her birinin geçmişte aslında çok mantıklı birer açıklaması olduğunu fark ettim. Hepimiz, şu anda olduğumuz insanların geçmişte yaşadıklarımızın, gördüklerimizin, etkilendiklerimizin, bilinçaltımıza yerleşen imgelerin, fikirlerin sonucu olduğunu biliyor ve kabul ediyoruzdur. Benim için o zaman önemli fakat şimdi düşününce küçük gelen şeylerin cevaplarını hep geçmişi, beni bulunduğum noktaya sürükleyen olaylar, kişiler, olgular, fikirler üzerine düşünerek buldum. Kendimi tanımanın anahtarı ve tek yolu bu gibi geliyor bana. Peki neden önemli? Çünkü kendini tanımaktan daha önemli bir şey düşünemiyorum ben, sen düşünebiliyor musun?

Sonuç olarak bunları düşünmüş, ve böyle bir yol bulmuş olmanın rahatlığıyla burada –artık geçmişi temsil eden- yazdıklarımı okuduğumda, her bir kelimeyi yazarken onu bana yazdıran bütün olayları ayrıntılarıyla hatırlamaya başladım. Bunu çok sorguladıktan sonra bilimsel ve kanıtlanmış olarak ulaştığım sonuç şu ki; ne kadar önemli bulursanız bulun, ne kadar etkileyici ve sarsıcı olursa olsun, unutmak çok normaldir. Belleğimiz böyle çalışır, unutarak, hatta belli bir eşiğin üzerindeyse bir olayın sarsıcılık oranı, tamamen unutma eğilimlidir. Belleğin bir başka çalışma biçimi de ‘tetikleme’dir; bir koku, bir görüntü, bir fikir, bir kelime, herhangi bir şeyin tetiklediği bir anı tetiklemenin olmadığı bir hatırlama seansından çok daha ayrıntılı ve verimli bir hatırlama sağlar. Bunun dışında psikiyatri hala tartışmalı ve kanunlaşmamış, doğası gereği kanıtlanması ve geçerliliği neredeyse imkansız hipotezlerle dolu olsa da, şimdi ‘ay pedofilik o adam, sapık’ diyerek ya da yazdığı sayfalarca makaleden, kitaptan tek bir kelime okumamış olmasına rağmen ‘öyle saçma şey mi olur ensest demek bu!’ şeklinde, ne kadar ciddiye almanız gerektiği oldukça aşikâr olan eleştirilere rağmen Freud’un (ben yapmadım, ama bunun yanında Jung, Erich Fromm falan da okumak lazımmış, ciddi antitezleri varmış) yazmış olduğu birçok şeyden (kabul etmeliyim ki sadece o an işime yarayacağını düşündüğüm kısımlarından) de yardım alarak en sıradan şeyin geçmişteki sebebini bulmayı bir çeşit saplantılı oyun haline getirmiştim ve bunu eksik ve kısmen hatalı da olsa yapmış olmaktan hala çok memnunum, hala da faydalı buluyorum.

Bütün bunları yazıyor olmamın sebebi de sen bunu oku diye değil aslında, kendime bunu neden artık yapmadığımı sormak, aslında tam olarak bu yazdıklarımı düşünüyorken hala yapıyor olmam gerektiğini kendime anlatmaya çalışmaktı. Yakın zamanda kendimi öncesinde asla ait hissedemediğim Tıp dünyasında neredeyse edebiyat kadar heyecan duyduğum bir şey bulduğuma karar verdim: Psikiyatri. Ve bu iki şeyi ortak bir noktada, edebiyat tabanında buluşturup belki gerçekten iyi bir şey ortaya koyabileceğim konusunda zaman zaman (tamam, belki de sık sık) karamsarlığa düşsem de, kendi standartlarıma göre oldukça umutluyum da. Önümde hedefe koyduğum böyle bir şey varken, önce belki de Proust gibi kayıp zamanın peşine düşmeli, kendimi tanımalıyım. Bunun sonlanan bir süreç olduğunu düşünmediğim gibi böylesine iddialı alanlarda ortaya bir şey koyabilmek için ulaşılması gereken belirsiz, kişisel ve değişken bir sınır olduğuna da inanıyorum. Orhan Pamuk’un (Merhaba Müjde!) bir röportajında da söylediği gibi yazarın en önemli iki görevi vardır; birincisi ve öncelikli olanı kendini tanımak, ikincisi ise insanı tanımak. Psikiyatri'nin 'tanıma' yolunda çok çok faydalı bir malzemeye dönüşebileceğini öngörmek çok da zor bir şey olmasa gerek.

Ve bütün bunların yolunu, belki tamamen olayların sürüklediği yerde tesadüfen, belki de içgüdüsel bir şekilde yıllar önce bulmuştum.
Bütün yazının ana fikri ise şu: Doğru yoldaydın, patikada kalmalısın!
İyi günler efenim.