Herkes gibi ben de kendime yabancılaşma seansları geçiriyorum hayatımda. Belki biraz daha garip olanından. Elimde diş fırçam, üzerine sürülmüş macunla aynaya bakakalıyorum. Bi' dış uyaran olmadan, işte ne biliyim macunu üzerime dökene ya da annem falan gelip 'al kırdın kırdın'ın annesi gibi 'salak bu çocuk ya, gerizekalı' tepkisi vermeden kendime gelemiyorum. Ya da bulmaca çözerken, kalemi gazetenin üzerinde unutup bozuk para büyüklüğünde bi mürekkep lekesi bırakana kadar. Ya da irmik tatlısı yaparken dibi tutmasın diye sürekli karıştırmam gerekirken elimde kaşıkla öylece durup tahta kaşığın yanık kokusunu alana kadar. Bence herkes yaşamıştır bu hissi ya, 'ulan bu benim burnum mu, hem burun ne ki ya, suratımızda bi yükselti var nefes falan alıyoz ordan, ne gerek var direk delik olsaymış' falan diye.
İşte, son zamanlarda bu seanslar 'Babam ve Oğlum'un gösterimdeki 50. haftasındaki günlük gösterim sayısı kadar tekrarlanmaya başladı. Günde en az 5 kere, hayatımla ilgili ciddi kararlar veriyorum, ve her seferinde hayatımı bambaşka bi' yöne götürmek istediğimi düşünüyorum. Bütün bunların sağlıklı olmadığını düşünebilmek sağlıklı hissetmemi sağlıyor, yine de, John Nash'in iki hayali arkadaşla yaşamaya alışması ve bunun ne olduğunu bilmesi onu daha az şizofren yapmadı.
Demem o ki, kendimi korkutuyorum.
Ki ben,
Korku filmi izleyemeyen insanım.
Sen düşün.
- " Swimming through sick lullabies, choking on your alibis. "
3-4 gün olmuş ya da olmamıştır, kendime değil başkasına yabancılaştım, hayatımda 3-4 kere olmuştur bu da. 3-4 bardak kahve ya da çay içmiştim, hatırlamıyorum, uyuyamadım, belki de ondan değildi, onu da bilmiyorum. Saat 3-4 gibi, Gülçin'i aradım, baya bi', bi' 3-4 saat konuştuk. Kapattıktan sonra bi 3-4 dakika kadar elimde diş fırçasıyla aynaya bakıp burnumu anlamlandıramamış gibi hissettim, sonra geçti. O gün uyumadım. Sonra 3-4 gün pek iyi uyuyamadım. O 3-4 gün boyunca 3-4 şarkıyı başa sarıp sarıp dinledim, hiçbiri mutsuz değildi, götünü sallasan sallardın. Ikea'dan 3-4 liraya aldığım inanılmaz güzel bi deftere büyük harflerle BIKTIM yazdım. Bıkmaktan başka bi şeydi, aklıma 3-4 şey geldi yerine yazacak, yine de en çok bıktım denirmiş gibi geldi, öyle yazdım. Ve inanın, şu paragrafta, 3-4 kere aklımdan geçmiş olsa dahi, yalan yanlış tek bir şey yok.
Üzgün değildim, değilim, kafam karıştı, amaçsız gibiyim. Bir şeylere yoğunlaşmak istiyorum, bir adama, bir şarkıya, bir kitaba, anneme, ellerime, ayakkabılarıma, edebiyata, şarap yapımına, gitar çalmaya, teknolojiye, şiire, ataride silahla oynadığımız pis pis gülen köpekli ördek vurma oyununa, bilgisayarımın içini açmaya, ev işlerine, yemek yapmaya, her hangi bir şeye yahu!
Ama sanırım bu da benim lanetim.
Bir şeylerde iyiyim.
Birçok şeyde iyiyim, mütevazi davranmazsam.
Ama Allah kahretsin, hiçbir şeyde çok iyi değilim.
Çünkü odaklanamıyorum.
Bu beni öylesine derinden rahatsız ediyor ki, sanırım kendime aynadan canımın içi Chloe (buyrun buradan) gibi bakmaya başladım. Kendimde fark ettiğim haklı özgüven eksikliği artık başkaları tarafından da fark edilmeye başlandığından beridir oynadığım 'yalnız onu en iyi ben bilirim' maskem düştü, tereddütlü, beyni titrek birine dönüştüğüm izlenimine kapılıyorum. Daha önceleri kimsenin alay etmesine mahal vermeyen tavrım yerini alay edildiğinde 'yha ama neden alay ediyorsn' a bıraktı.
Kendine saygı/ kendine güven adına, kendimi en az 3-4 şeyde (:P) en azından 'EVET BANA BU KONUDA GÜVENEBİLİRSİN' (tabii ki büyük harflerle) diyebilecek kadar 'çok' iyi duruma getirmeliyim. Kendi adıma, bunun başka yolu olmadığını açıkça görebiliyorum.
Evet, cevap bu, aynen, doğru.
Ama hoca cevaba 2 puan veriyormuş.
Yolu da yazmamız lazım yani.
- " Like a one-man-band, clapping in the pouring rain. "
Etrafımdaki insanlar bilgisayarlarında bir problem olduğunda beni arayıp sorabiliyorlar, ama ben kendi bilgisayarımdaki problemi düzeltemiyorum.
Yıllar sonra karşılaştığım ilkokul arkadaşım beni 'sen inanılmaz kitap okuyordun ya, tam bir kitap kurduydun' diye hatırlıyor, ama ben aylardır kendimi mutlu edecek kadar okumuyorum.
Aynı şekilde, oldukça iyi ingilizce bildiğimi düşünüyor herkes, ana dili ingilizce olan bir arkadaşımla oldukça iyi anlaşabiliyoruz, yine de kendimi tatmin edecek kadar bilmiyorum.
İnsanlar yazdıklarımı beğendiklerini söylüyorlar, kendimi mutlu edecek kadar iyi yazamıyorum yine de.
Bütün bu 'yeterince iyi değilim', 'benim bu konudaki kapasitem bu değil' şikayetlerimin ucu bana, benim kendimden tatmin olmayışıma bağlanıyor gördüğüm gibi. Zekama ve potansiyelime güveniyorum, evet ama, kim güvenmiyor ki, kim 'ben salağım ya, onu bunu yapamam' diyor? Keşke bunu anlamanın bir yolu olsaydı. Beynimize sağ tıklayıp teknik özelliklerimizi kontrol edebilseydik. Bu bilgisayara şu oyun yüklenmez, der gibi; şu adam bunu yapamaz diyebilseydik. Ama ne yazık ki, benim düşünebildiğim tek yok kendimi tatmin edene kadar denemek. Yazım tarzımı değiştirdim mesela, bilmiyorum, değişim yapıyor olmak her zaman ilerlemeyi beraberinde getirmeyebilir. Yine de, denemiş olmak kendimi mutlu etmek adına yapılması gereken bi' şeymiş gibi görünüyor. Bakın, burada zorunluluktan bahsetmiyorum, örneklemeye çalışayım. 'Kitap okumak iyidir, ama ben yeterince okumuyorum' şeklinde bir rahatsızlık değil bu 'Kitap okumak beni mutlu ediyor, neden mutlu olacak kadar okumuyorum lan, salak mıyım' şeklinde.
Bi' şeylerde iyi olma isteği, kendini yukarılarda görmeye alışmış ya da tam tersini kendine konduramayan hastalıklı bir egonun ürünü müdür bilmiyorum. ( Peh, iyice Asgard'lı Loki triplerine girdim. )Ve bu yazıda o kadar çok bilmiyorum dedim ki, karar verdiklerimin doğruluğundan üç gün sonra da bu kadar emin olacak mıyım bilmiyorum. Ama iyi olmak istiyorum. Kendimi iyi hissetmek istiyorum her anlamda Belki de bu da, bana bu yazıyı yazdıran o seansların bir ürünüdür. Yine de, yazmak rahatlattı. Her şeyden öte, yazarken keyif aldım.
Bu kadar sıkıcı kişisel şeyleri, ta buralara kadar okuduysan:
İlkin sana teşekkür,
Sonra da bana aferin.
Sen okuduysan ben de okuttum olm.
İyi geceler.
Sevgiler,
Nupelda.
Konudan bağımsız kıyak :
No comments:
Post a Comment