Monday, October 21, 2013

Rutini Sevmek.

Evet, kimse bu kelimeyi sevmez, değil mi? 'Rutin'. Sevimsiz geliyor. 'Hep aynı şeyleri yapmak, ruhsuzlaşmak, heyecanını kaybetmek' gibi geliyor insana kelime, çünkü hep bu şekilde kullanılıyor. Ama hayır, rutin bu değil. Rutin esasen bu durumlar için. Rutin güven verici. Rutin huzur dolu. Her zaman ne yapacağını, belli bir saatte ne yaptığını, ne yapıyor olacağını bilmek demek rutin. Kış sabahındaki sıcak yorgan gibi rutin.

Rutin yaşamayı seviyorum.
Noel'in her konsere It's Good To Be Free ile başlayıp Don't Look Back In Anger ile bitirmesini seviyorum.
Sheldon'ın 'monday shirt'ünü 'thursday dinner'ını seviyorum.
Sabahları düzenli olarak patatesli yumurta-menemen-sucuklu yumurta sırasıyla kahvaltı etmeyi seviyorum.
Her gün yemek yerken bir bölüm dizi izlemeyi seviyorum.
Sabah okula giderken 'sabah dinlemelik şarkı'mı dinlemeyi, uzun yolda 'uzun yolda dinlemelik şarkı'mı dinlemeyi, üzgün olduğumda 'depresyonda dinlemelik şarkı'mı dinlemeyi seviyorum.

Sorun şu ki, beceremiyorum. Rutin yaşamayı beceremiyorum. Sevdiğim şeylerden, hala seviyor olduğum halde o kadar çabuk sıkılıyorum ki, kendimi bile korkutuyor bu. Bana hayatımın en büyük kaybını yaşatan şey de bu sanırım. Ve tabii ki, tam bir klasik; 'kaybedene kadar ne kadar değerli olduğunu anlamamak'.

Artık istemeden hayatımın bi rutine oturduğunu gördüm ama. Sanırım bütün bu insanlar haklı. Rutin ya mutsuzluktan doğuyor, ya da mutsuzluk rutinden doğuyor. Çünkü kendimi mutlu hissettiğim anlarda yıktım bütün kurallarımı. Mutsuzken sadece aklını gündelik şeylere vermek istiyorsun, mutsuz olduğun şey hakkında düşünmemek, meşgul olmak. Bu sayede her şeyin düzene giriyor. Yani benim için öyle.

Son birkaç ayda hayatımda hiç olmadığım kadar düzenliydim. Çünkü vicdan azabı çekiyordum ve aklımı bundan uzak tutmak için her şeyi yapıyor, kendime sürekli meşguliyet yaratıyordum. Dolabımı düzenliyordum, odamı temizliyordum, deliler gibi alış veriş yapıyordum. Şimdi buna bir de inanılmaz bir üzüntü eklenince, deli gibi kafamı meşgul tutacak şey arıyorum. Gülmeye, kahkaha atmaya çalışıyorum, kendime 'bak işte kahkaha atabiliyorsun, gülebiliyorsun, iyi olacaksın' diyebilmek için, iyi olabileceğimi kendime kanıtlamak için.

Ama başaramıyorum, başaramadıkça rutinlerime daha çok adıyorum kendimi. Asla makyajımı silmeden uyumuyorum, yatağımı sürekli topluyorum, ev işlerine koşuyorum. Çünkü, bir an için olsun kendimle ilgili durup düşünürsem, berbat hissediyorum.

Ruhum kirlenmiş gibi hissediyorum.

Hatta, bunu nasıl açıklayacağımı buldum! Sanki bir Horkuluk yaratmışım gibi hissediyorum. Ruhumu bölüp bir eşyaya saklamışım, sonra da onu yoketmişler gibi hissediyorum. Yarım. Yarım hissediyorum.

Nasıl ki bir insanı öldürdükten sonra artık masum olman imkansızsa, benim de masum olmam imkansız artık.

Keşke kaybettiklerim bundan ibaret olsaydı.




Yazarken dinledim:

2 comments:

  1. Buralara kadar geldim yeni yazını beklemekten. Hayranı olduğun ingiliz dizileri gibisin resmen, Burası senin cehennemin, ihmal etme günahkarlarını

    ReplyDelete