Friday, May 30, 2014

Mavi Hap mı, Kırmızı Hap mı?

Farkettim ki, hayatımın gidişatını etrafımdaki insanlar belirliyor. Bu, yemeğe nereye gittiğimden tut mutlu olup olmadığıma kadar her şeyi ama her şeyi kapsıyor. 'Hayır' diyemiyorum. 'Bunu yapmak istemiyorum, şunu yapmak istiyorum.' diyemiyorum. Hep 'peki' diyorum 'senin dediğin, senin istediğin gibi olsun.'. Hep bunu yaparsam insanlardan saygı duyacağımı, iyi niyetimin takdir edileceğini düşündüğümden artık düşünmeden yapıyorum bunu.

İnsanlar alışkanlıkları, rutinleri ellerinden alındığında hırçınlaşıyorlar. Bu, eğer onlara kendinizden çok fazla şey verirseniz onun 'hakları' olduğunu düşünmelerini sağlıyor. Bak mesela babam anneannemi ve teyzemi bize her geldiklerinde evlerinin önünden alıp akşam da tekrar evlerine bırakıyor, anneannem yaşlı olduğundan. Bi gün anneannem zaten bizdeydi, teyzem dolmuşa binip gelmişti babam okuldaydı, çalışıyordu diye. Kıyametleri kopardı, 'nasıl beni almazsın' diye babam eve gelince. İyi de, adam seni almak zorunda değil ki? Buna rağmen her zaman seni evinin önünden alıp, geri bırakmış, tek bir sefer hariç. Bunun tam tersi olsaydı, hiçbir zaman yapmayıp tek bir kere yapmış olsaydı bunu, yaptığı gün gözünde ne kadar harika bi adam olucaktı. Bunun gibi işte, insanlara ne kadar boynunu büküp 'tamam öyle yapalım', 'nasıl istersen', 'tamam haklısın' dersen, bunun hakları olduğunu düşünüyorlar. Bir gün kendini dizginleyemeyip 'ulan hayır onu yapmak istemiyorum' ya da 'hayır, sen haksızın' dediğindeyse teyzemin babama verdiği tepkiyi veriyorlar işte. Özgürlükten, samimiyetten, saygıdan dem vurup bunları, daha da önemlisi iyi niyeti ve açıksözlülüğü(dobralığı değil!) en çok manipüle edenler böyle insanlar işte.

Bunlar beni mutsuz ediyor, sabahları yataktan kalkıp 'ne yapıyorum ya ben, nerdeyim, bu insanlar kim, sırtımı dayayacağım kimse yok resmen' diyip bütün hayatıma yabancılaşıyorum. En kötüsü, amaçsız hissediyorum. Kendimi kaybetmiş hissediyorum, varlığımın hiçbi fark yaratmadığını ve anlamı olmadığını düşünüyorum hatta. Evet, geçebiliyorum öyle ya da böyle, ama ders kitaplarına bakmak midemi bulandırıyor. Önceden bunun sebebinin geçemiyor olduğunu düşünürdüm. Hayır, gerçekten nefret ediyorum. Ve şu anda burada yaşıyor olmamın tek sebebinin bu olması dünyanın en saçma şeyi gibi geliyor. Başka bağlayan bi şey yok beni, o kadar köksüzüm ki burada, mantar gibiyim, 6 sene sonra çürüyüp gidecek bi mantar. Kimse bana buraya ait hissettirmiyor.

Sonra dondurma yemeye gidiyorum, kağıt helva arası dondurma. Şişman bi adam kağıt helvayı gömleğinin altından çıkmış göbeğine süre süre dondurmayla kaplıyor. Ama o kadar az koyuyo ki içine 'o üç top mu?' diye soruyorum. 'EVET' diyor ters ters yandan bakarak. Bi şey demiyor, alıyorum.

- Çikolata sosuyla fındık da alabiliyo muyuz?
- Huff, ver.
- Ne kadar?
- 4 buçuk lira.
- Ama daha dün 4 liraya aldık aynından biz?
- Ne zaman?
- Dün işte.
- Yok 4 buçuk lira o.

Adam o kadar ters biri ki, dondurma ne kadar lezzetli olursa olsun bok gibi gelicek bana. Suratım düşüyor, yanımda Aybüke ve İdil var, onlar da istiyor birer tane. Tam o esnada başka bi adam geliyor, diğerinin işe yeni başladığını, kusura bakmamamızı, fiyatının da 4 lira olduğunu söylüyor. Aybüke ve İdil'inkini o koyuyor güzelinden. Yerken somurtup duruyorum, 'yaa ama benimki bok gibi' diye diye. Kalkıp gidiyoruz, baya da uzaklaşıyoruz, arkamdan koşma sesi duyuyorum, dönüp bakıyorum. Sonradan gelen o adam elinde bi külah dondurmayla koşuyor. Yetişince külahı bana uzatıyor, benim istediğim çeşitlerden koymuş bi de külaha. Nefes nefese 'Kusura bakmayın, kalktığınızı görmedim, yetişemicem sandım, sizinkini az koymuştuk, vicdanım rahat etmedi, buyrun.' diyor. İlk başta şaşırıyorum, teşekkür edip alıyorum sonra. Adam dönüp gidiyor, biz Aybüke ve İdil'le birbirimize bakıyoruz ve benim resmen günüm kurtuluyor. Bununla mutlu oluyorum. Saatlerce sırıtıyorum bu sebepten.

Farkediyorum ki, mutlu olmam aslında ne kadar kolay. Sadece hayatımda beni şu adam kadar mutlu etmeyen, ya da mutlu etmeyi umursamayan insanlar var.

Mutsuz olduğumu hissediyorum, ama farketmiyorum. Yemekle diziyle müzikle ya da derslerle kendimi meşgul tutup bi şekilde, sabahları amaçsız, etrafımdaki bir sürü ama aslında yalancıktan orada olan insanlara uyanıyorum. Farkındalık çok kısa flaşlar gibi gelip gidiyor, şu an da onlardan biri. Çok canın acıyoken uyumak gibi, tatlı uykundan uyanıp canının acıdığını farkeder, tekrar uykuya dalmaya çalışırsın ve dalarsın da. Güzel, hissiz uykuna. İşte o farkındalık tıpkı o can acısı gibi. Onun dışında morfin etkisinde gibi(aslında bir bakıma öyle) uyuşmuş hissediyorum hayata karşı. Hissettiklerimi abartmıyorum, hatta anlatamıyorum bile.

Evet, tatlı uykuda gibiyim bütün o sorumluluklar, yaşamak için yapmam gerken bütün o şeylerin koşuşturmasında. Ama eğer uyanmazsam, ağrıyı durdurmak için hiçbi şey yapamam. Sonsuza kadar uyuyamam.

O yüzden bi karar vermem gerek. Harikalar Diyarı'ndaki Tavşan'ın deliğinin nereye kadar gittiğini mi bilmek istiyorum, yoksa yatağımda uyanıp bütün bunlarla ilgili bi şey mi yapmak istiyorum?

Mavi hap mı yoksa kırmızı mı?


No comments:

Post a Comment